9 Temmuz 2012 Pazartesi

PASLI NEFES





GURUR GÜNEŞ
                                
“Korkunun en görkemli konusu, sadece umut dolu bir hayal gücü yardımıyla anlaşılabilecek bir gizemle başa çıkabilme ihtiyacımızdır.”


                                                             Stephen King




Karanlık…
Küçüklüğümden beri en çok korktuğum şey olmuştur. Yaşımın kemale ermesi bir yana, artık çocuklar bile korkmuyorlar karanlıktan. Bu konuda yapılabilecek tüm şeyleri yaptım: Psikologlara gittim, ışıkları kapatıp korkumla yüzleşmeye çalıştım, hatta uyurken başımda biri bile bekledi; ama sonuç hep hüsran. Uyurken ışıkları kapatamadığım için uyku düzenim altüst durumda. Sosyal yaşantımsa ondan daha kötü… Birlikte olduğum kadınlar, yattığımız yataktan kalkıp ışıkları açtığımı görünce, ertesi gün telefonlarıma cevap vermiyorlar. Ama yapabileceğim hiçbir şey yok.
Tabii bunlar öncedendi. Yani Beyoğlu’nun izbe barlarından birinde gizemli bir yabancıyla karşılaşmadan önce…
“Uykusuz görünüyorsun,” demişti yabancı, yanımdaki bar sandalyesine otururken. O gece, iki aydır çıktığım bir kız tarafından terk edildiğimden kafam dumanlıydı. Önümdeki biradan aldığım küçük yudumlar, iki gündür içine bir şey girmemiş midemi hepten harap ediyordu.
“Sana ne?” dedim adamı tersleyerek. Aslında haklıydı, yani dün gece uyuyamamıştım. 
Kafamı adama çevirdiğimde elimde olmadan irkildim çünkü yanımda zayıf, çelimsiz, kel kafalı bir adam oturuyordu. Yarı baygın gözlerini bana dikmişti.
“Eğer uykusuzluk çekiyorsan yardımcı olabilirim.” Şimdi ben de adamın gözlerine bakıyordum.
 Sonrasında konuştuklarımız sırasında adamın tam bir laf cambazı olduğunu anladım. İlk görüşümde önyargılı davranmıştım anlaşılan. Adam ne yapıp edip bana karanlıktan korktuğumu söyletmişti.
“Yardımcı olabiliriz,” dedi tekrar. Biz derken neyi kastettiğini bilsem, hayatta onunla gitmezdim.


***


Kel adamın evine gittiğimizde kafam hafiften iyiydi. Merdivenlerde tökezlediğimde onun çelimsiz kolları sayesinde ayakta durabilmiştim. Bana dokunduğunda, biraz iğrendiğimi itiraf etmeliyim.
Adamın evi tipik satanist evlerine benziyordu. Bunu simsiyah duvarları gördüğümde anladım. Evin kel adama ait olan odasına girdiğimizde yerdeki bir mindere oturup bana da karşısındakine oturmamı işaret etti.
“Adın ne?” diye sordu.
“Erkan,” dedim kısık sesle. Adımı hiç tanımadığım Erkan Amca’mdan almışım ben. Öz amcam, yani babamın kardeşi… Erkan Amca öldükten üç ay sonra doğmuşum. Babam, onun anısını yaşatmak için bana onun adını vermiş. Annem başlarda buna karşı çıkmış, ama sonunda kabullenmek zorunda kalmış. Karşı çıkmasının sebebi, amcamın, zamanında cinlerle uğraşması ve bu yüzden öldüğünün düşünülmesiymiş. Ben bu hikâyeyi on yaşlarımdayken öğrendim tabii. Ama kendi adımı ne zaman duysam aklıma hiç tanımadığım amcam gelir.
“Karanlıktan korkmak, bizim açımızdan tedavi edilemez.” dedi kel adam. “Ama üstü örtülü bir çözümü vardır.”
Sonrasındaysa anlattı, anlattı ve anlattı. Çoğu alakasız şeylerdi, ama hepsini dikkatle dinledim. Söylediklerine göre karanlık korkumdan kurtulmak için, yatmadan önce uygulayacağım basit bir yöntem vardı.


***


Evime vardığımda, saat gece yarısı dördü bulmuştu ve ben kel adamın anlattıklarının etkisinden hâlâ kurtulamamıştım. Onun evine niçin gitmiştim, söyledikleri işe yarayacak mıydı? Bilmiyordum, ama yaşamım böyle devam edemezdi. Söylediklerini yapacaktım.
Üstümü çıkarmadan yatağıma yattığımda, kel adamın anlattığı yöntemi uygulamaya başladım. Söylediğine göre, gözlerimi kapattığımda en son gördüğüm şeyi hayal edersem bu bana sanki aydınlıkta uyuyormuşum hissini verecekti. Yani uyumak için gözlerimi kapattığımda en son odamın duvarını görmüşsem, kapalı gözlerimin ardında onu hayal edecektim ve ışık açıkken uyuduğumu hissedecektim. Ama gözlerimi açmamam gerekiyordu. Saçma geliyor, biliyorum.
Odamın ışığı kapalıydı, ama salondan gelen ışık odayı biraz olsun aydınlatıyordu. Gelirken onu açık bırakmıştım, çünkü bu yöntemi karanlıkta denemem gerekse bile zifiri karanlıkta kalmaya hâlâ cesaretim yok.
Yastığa başımı dayadığımda sağ tarafımdaki komodinin üstünde duran abajura bakarak gözlerimi kapadım ve onu hayal etmeye başladım. Bu böyle bir süre devem etti, ama biraz sonra abajurun hayali, sanki biri üstünden ışık tutuyormuş gibi aydınlandı. Harika bir şeydi bu.
Bunun olağanüstü bir yanı yok, abajurun üstüne bir ışığın vurduğunu hayal edersin olur biter diyebilirsiniz, ama öyle değil. Işığın olduğunu hayal etmem bana ışıkta olduğum hissini vermez. Ama bu sanki ışıktan bir havuzda yüzüyormuşum gibi hissettiriyordu. Kel adama büyük bir minnet duyuyordum.
Kel adamın söylediğine göre bunu, yani gözlerin kapalıyken en son gördüğün şeyi hayal etmeyi, herkes yapabilirmiş; ama bunu yaparken yöntemin farkında olmayanlar ışıkta uyuduklarını hissetmezlermiş. Işıkta uyuduğunu hissetmen için yöntemin farkında olman lazımmış. Bu da saçma, bunu da biliyorum.
Bunu izleyen günler boyunca her gece bu yöntemi uyguladım. Karanlık korkum yok olmamıştı tabii ki, sadece kel adamın dediği gibi, üstü örtülmüştü.
Bu yöntemi tam üç yıl süresince uyguladım. Sonra ise Erkan Amca’nın bile hayal etmeye korkacağı bir şey yaşadım.


***


Yöntem sayesinde son zamanlarda büyük bir isteksizlikle yürüttüğüm sözde gazetecilik mesleğimde yükselişe geçtim. Kendi gazetemin diğer gazetelere defalarca haber atlatmasını sağladım. Beni başka gazetelere kaptırmak istemeyen patronum, her gün bana ofisinde bir kadeh içki ikram ediyordu.
Sosyal yaşantım ve uzun süreli ilişkilerim de düzene girmişti. Son bir yıldır aynı kızla birlikteydim. Benim gibi yirmili yaşlarının sonlarında biri için büyük bir başarıydı bu.
Ama daha önce de söylediğim gibi, çok korkunç bir şey yaşadım.
Bir gece yine, uyumak için yatağıma yattım ve benim sihirli yöntemim dediğim şeyi uygulamaya başladım. Gariptir ki bugüne kadar bu yöntemi hiç sorgulamamıştım. Kel adamın evine ona teşekkür etmeye de gitmemiştim. Hem bunları yapmam için bir sebep de yoktu. Bu yöntem resmen hayatımı kurtarmıştı.
Yattığımda, bu sefer de sol yanımdaki tekli koltuğa bakarak uyumaya karar verdim ve gözlerimi kapatıp koltuğu hayal ettim. Sanki gözlerim açıkmış gibi capcanlıydı hayalimdeki koltuk. Yöntemim her gece olduğu gibi yine işe yarıyor, beni yine ışıktan bir havuzun içinde yüzdürüyordu. Aydınlığın tatlı huşusuna dalarak uyumaya başladım.
Ama o sırada bir şey oldu.
Hayalimin arasına birtakım ışıklar karıştı diyebilirim, ama bu anlatmak istediğim şeyi tam olarak tasvir etmez. Neyse… Bu ışıklar öyle bildiğimiz ışıklara benzemiyordu. Koyu beyaz renkteydiler ve sanki canlı gibiydiler. Bunu hareket etmelerine bağlı olarak söylemiyorum. Onlar gerçekten canlı gibiydiler. O an nasıl anladığımı bilmiyorum, ama öyleydiler işte.
Bu ışıkları görünce gözlerimi açma isteği duydum, ama gözlerimi açmamam gerektiği geldi aklıma. Eğer açarsam olayın büyüsü bozulacak, yöntemin tüm aşamalarını en baştan uygulamam gerekecekti. Bugüne kadar yöntemimi hiç iki kere uygulamak zorunda kalmamıştım. Gözlerim kapalı, ışıkları incelemeye devam ettim.
Işıkların canlı olduğuna emindim artık, çünkü şekilleniyorlardı. Önceleri savruk biçimdeydiler, ama şimdi birkaç ayrı yerde toplaşıyorlardı. Ne olduğunu anlamıyordum.
Ve bir süre sonra toplaşma durdu. Şimdi dört ayrı yerde, dört ayrı ışık olmayan şey duruyordu.
Öyle şeylerdi ki anında nefesim kesildi, gözlerim açıldı. Açınca onları artık görmeyeceğimi sandım, ama hâlâ karşımdaydılar. Yatağımda hafifçe doğruldum. Vücutları bir insanınkine benziyordu, ama tam olarak değildi; yani belirgin farklar vardı. Yarı saydam gibiydiler. Bakınca arkalarındaki duvarı görebiliyordum. Koyu beyaz renkteydiler ve çehrelerindeki gri duman, saçlarımı diken diken etmişti. Ama o gri perdenin arkasında göz çukurlarını seçebiliyordum sanki. Boş göz çukurlarını… Mahrem yerlerinde de aynı gri duman vardı. Boyları normal bir insanınkinden daha uzundu ve elleri dikenliydi. Vücutlarının hatları belirsizdi, ama tam olarak dağınık değil, sadece belirsiz.
Gözlerim kocaman açılmış, onlara bakıyordum. Onların boş göz çukurları da benim üstümdeydi. En soldaki, yatağıma bir adım kadar yaklaştı. O an da nefes alıp verdiğini duyar gibi oldum sanki. Pas kokuyordu nefesi, ama öyle bildiğiniz paslardan değil. Hani bazen musluktan içtiğiniz suyun tadı insana paslı gelir ya, işte öyle bir pastı bu. Tüylerimi kopacak kadar dikenleştiren bir pas...
Beyaz bana sağ eli olduğunu düşündüğüm uzvunu uzatınca vücudumdaki tüm kaslar kasıldı, artık nefes alamaz oldum. Sol bacağımın titremesi dışında belirgin bir hareketim yoktu. Gözümü bile kırpmıyordum.
Beyaz bana daha da yaklaştığında vücudunun keskin soğukluğunu hissetim. Ateşin yanı başında dururken üşümeye benziyordu bu. Karşındakinin alevin lanetli kudretiyle kutsandığını bildiğin, ama soğuğun dışlanmış nefretiyle üşümeye devam ettiğin anlardaki gibi…
Beyaz kolunu bana daha da yaklaştırdı. Onun bu hareketi sayesinde, az önceki hareketsizliğim sona erdi ve beş yaşındaki bir çocuğun edasıyla kafamı yorganın altına sokup bağırmaya başladım. O an yorganımın altındaki karanlık mı, yoksa ince bir elyaf parçasının ardında beni bekleyen Beyazlar mı daha korkunçtu, emin değilim.


***

   
Gördüğüm şeylerin ne olduğundan tam olarak emin değildim, hâlâ da emin değilim. Ama fikir yürütmek pek zor değil. Erkan Amca’mla aynı kaderi paylaşıyor olabilirdim. Yani onlar cinler olabilirlerdi. Belki filmlerde izlediğimiz hayaletler, belki de dünyaya saplanmış ruhlar. Kim bilebilir?
O geceyi nasıl geçirdim anlayamıyorum, ama yorganın altında deli gibi bağırırken birden uykuya dalmıştım ve sabahı etmiştim. Bunun sebebi Beyazlar mı, yoksa vücudumun çokça salgıladığı adrenalin hormonunun halt yemesi mi, bilmiyorum. Ama uyuyakaldığıma çok seviniyorum.
Sabah kalktığımda kafam yorganın altından çıkmıştı ve odamın içini görebiliyordum. Ama Beyazlar yoklardı. Yatağımdan çıkmak için bir süre tereddüt ettimse de ayaklanmayı başarabildim ve üstüme birkaç parça bir şey giyip hemen dışarı çıktım. Neler olduğunu öğrenmeye, hesap sormaya gidecektim.
Üç yıl önce kel adamın evine gittiğimde biraz sarhoştum, ama evin yolunu hâlâ hatırlıyordum. Yolda gazeteye geç geleceğimi bile haber vermemiştim. Gerçi son zamanlardaki popülerliğim yüzünden beni hoş görürlerdi, ama bunun onların aklında benim eski günlerimi çağrıştıracağı kesindi.
Eve ulaştım, merdivenleri birkaç adımda çıktım, kapıyı çaldım ve kapıyı açan kel adamın suratına yumruğu yapıştırdım. Adam geriye doğru savrulurken bana bir an için bakabildi ve o sırada beni tanıdığını anladım. O zaman,  neler yaşadığımı da biliyor olmalıydı. Adam içeriye doğru kaçarken ben de onu izledim.
O an için gece yaşadığım korkudan daha büyük bir öfkeye sahiptim. Bu adamın bana yaşattıklarının hesabını soracaktım. Çünkü gördüklerimin ne olduğuna dair mantıklı bir açıklamaya ihtiyacım vardı.
Adam bir odadan içeri girdi, kapıyı da arkasından kapattı. Ben de kapıya yönelip açmayı denedim, ama kel adam kapının arkasında duruyor olmalıydı. Geri çekilip kapıya bir tekme geçirdim. Kel adam, tekmemin hızına dayanamayacak kadar zayıf ve çelimsiz olduğu için kapı ona çarptı ve onu yere düşürdü.
Adam, yerde elleri ve kalçalarını üstünde gerilemeye çalışırken yere eğildim, yakasına yapıştım ve suratına bir yumruk daha indirdim. Ağzının kenarından süzülen kan halıya damlarken, adam gülüyordu.
“Ne yaptın  lan bana!” diye bağırdım. Bu sırada sağ yumruğum havada, her an adamın suratına inmek üzere bekliyordu.
“Ben sana bir şey yapmadım,” dedi kel adam ve ağzındaki kanı yere tükürdü. O kadar güçsüzdü ki bana karşılık bile vermiyor, sadece gülüyordu. O an ona acımam gerekirdi, ama adamın bunu ister gibi bir hali vardı. Evet, sanki attığım yumruklar hoşuna gittiği için gülüyordu.
“Başıma neler geldi biliyor musun?” diye sordum. Bildiğinden emindim, ama yine de sormuştum.
“Ne o, rahatsız mı oldun? Korkuttular mı seni?”
“Ne lan o şeyler?”
“Sen ne olmalarını istersen öyleler,” dedi adam. Bunun üzerine suratına tekrar yumruk attım, sonra bir daha, bir daha, bir daha…
Sonunda adamı öldürmekten korktuğum için üzerinden kalktım ve odanın köşesindeki sandalyeye oturdum. Kel adamın yüzü pelteye dönmüştü ve artık gülmüyordu.
O sırada odaya aynı onun gibi giyinmiş, aynı onun gibi kel olan birkaç adam girdi. Arkadaşlarına yardım için gelmiş olmalıydılar, ama onun kadar güçsüz oldukları için ne onlar bana hamle yaptı, ne de ben onlara bir şey söyledim.
“Anlat!” dedim yerde yatan kel adama.
“Onları… Onları gör… Onları bir daha görmek istemiyorsan yöntemi uygulama, olsun bitsin.” dedi kel adam, kekeleyerek.
“Ne onlar?”
“Baş… Başka boyutlardan yaratıklar. Tam olarak ne olduklarını biz de bilmiyoruz, ama cin olabilirler.”
O an bu insanların tarikat gibi bir şey olduklarını anladım, ama bu umurumda değildi. Ben mantıklı açıklamamı istiyordum, ama bulmaya çok uzaktım.
Sonrasında ise adam aynı üç yıl önce olduğu gibi anlattı, anlattı ve anlattı. Sanırım geçen anlattığında da aynı odadaydık.
“Bunlar beni ilgilendirmez.” dedim kel adama, çünkü anlattıklarından hiçbir şey anlamamıştım. O bana Beyazların yapısını anlatmaya çalışıyordu. “Bana musallat falan olmazlar, değil mi? Sen onu söyle.”
“Onu bilemem, ama bugüne kadar kendilerini istemeyen birine göründüklerini hatırlamıyorum.” dedi kel adam ve boynunu hafifçe kütletti. Yüzünün hali bir yana, onu yakasından tutarken fazla hırpalamıştım herhalde. O an adamın suratına bir tane daha yumruk geçirmek istedim, ama ölebileceğinden korkuyordum. Adamın yüzü kan içindeydi.
Artık burada yapacak işim yoktu. Kapının önünde bekleyen diğer kel adamları iterek odadan dışarı çıktım. O sırada kel adam arkamdan bağırdı. Az önce hastanelik ettiğim değil, başka bir kel adamdı bu.
“Onlardan korkmana gerek yok Erkan. Her gece gelip bize seni anlattılar. Sen yöntemi uygularken, onlar karanlıkların arasında gizlenip seni izliyorlardı. Yöntemi uyguladığın her dakika yanındaydılar, ama sen hazır olmadan sana gözükmediler. Hazır olmasaydın yapmazlardı bunu, inan. Onlardan korkman senin zayıflığını gösterir. Onlar bizim ahlakımızın dışa yansımış halleri. Onlar iyinin ve kötünün dışında olan varlıklar.”
Adamın söyledikleri bugün bile hâlâ aklımdadır.


***

O günden sonra hayatım altüst oldu. Uykusuzluğum geri döndü; sevgilimden ayrıldım; işimden kovuldum. Arkadaşlarım yüzüme bile bakmıyor, komşularım bile geceleri ışık açıkken uyuduğumdan haberdar ve bunlar gibi daha birçok şeyler… Hepsinin sebebi ise ortak: Yöntemi uygulamamam…
O günden sonra Beyazlar bana hiç gözükmediler. Bir daha asla kel adamları da görmedim, onların bulunduğu semte bile gitmedim. İçimden bir ses fısıldıyordu bana bunu. İtiraf etmekte zorlanıyorum ama iç sesim, Beyazların pas kokan nefeslerine benziyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder